FreeSLy
Üye
Yaş : 28
Kayıt tarihi : 30/10/08
Mesaj Sayısı : 15
Nerden : Antalya
İş/Hobiler : RaP
Lakap : TrcOLiC
|
Konu: Assassin’s Creed incelemesi Ptsi Kas. 17, 2008 10:26 pm |
|
|
Aslında her şey bir gaz bulutuyla başladı. Ama o kadar gerilere gitmeye gerek yok. Jordan Mechner’in, kardeşini etrafta koşturup sonra da bunları kameraya çekmesinden ve böylece motion capture’ın temellerini atmasıyla doğan ilk Prince of Persia’dan da başlasak gayet yeterli olur. Bilgisayarların muhasebe makinaları olarak görüldüğü bir zamanda piyasaya çıkan PoP, bünyelerde (ve kaçınılmaz olarak mesai saatlerinde) bomba etkisi yaptı ve oyunları bugünlere getirecek olaylar zincirinin ilk halkalarından biri oldu.Elbette, doksanlardan bu yana oyun sektörü inanılmaz büyüdü. Artık ufak, amatör yapımların yerini, binlerce kişinin ekmek parasını çıkarttığı sanat eserleri alıyor. Oyuncular daha gerçekçi ve daha eğlenceli oyunlar istemeye başladı ki bu da bizi Assassins’s Creed’e getiriyor. Sizi oyunun benzerine az rastlanır büyüsü olduğuna ikna etmeye çalışmadan önce tek bir şey söylemek istiyorum. Kendinizi Kudüs’ün en yüksek minaresinden aşağı bırakıp son onda bir tahta parçasına tutunarak tüy gibi yere indiğinizde, oyun oynamayı neden hala sevdiğimizi tekrar hatırlayacaksınız. Evet, AC böyle bir sihre sahip.
Aslında PS3′te, Can ile suyunu çıkarttığımız bir oyunu, sıfırdan PC’de oynamak beni birazcık sıktı. Bunun nedeni ise AC’nin belli bir yerden sonra kendini tekrar etmesi. Ama yine de bunlar, ekranlarımızda görmek istediğimiz tekrarlar efenim. Çünkü ilk Leap of Faith’ten sonra etrafınıza bakındığınızda insanların size “Ah yavrucak, delirdi herhalde” demesinden tutun da, Kudüs’ü ilk kez gördüğünüzde çenenizin düşmesine kadar AC, gerçekten çok güzel bir oyun. Fakat Jade Raymond’un gözlerini kırpıştırıp da söylediği gibi de hayatımızı değiştirecek “O” oyun, bu değil. Nedenlerine nasıllarına gelin birlikte bakalım. Gizli hançer, hangi koldaydı yahu? AC, pek çok oyunun kendine has özelliklerini aynı potada eritmeye çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuş bir yapım. Oyundaki üç ana şehir olan Kudüs, Şam ve Akka’nın içinde ya da aralarındaki topraklarda rahatça atınızı koşturabilmek, ufak maceralara atılmak, şehirlerdeki yan ve mini görevler, yani genel olarak oyunun serbest yapısı GTA’ya, duvarlarda koşup kılıç çekerek etraftakilere kök söktürmek yeni jenerasyon PoP’lara ve suikastlerin giriş, gelişme, sonuç kısımları ise tabii ki Hitman serisine benziyor. Sands of Time’ın yapımcısı Ubisoft Montreal, bu özellikler ile kendi fikirlerini harmanlayarak çoğu yönüyle etkileyici, ama bazı açılardan da sınıfta kalan bir oyun sunuyor bizlere. Çünkü her ne kadar gizliliğe ve planlamaya dayansa da, tek tuşluk harika karşı-ataklar ile oyundaki herkesi harcamanız o kadar kolay ki, erkekliğin onda dokuzu ve oyunun özü olan kaçmak, dövüşlerin rahatlığı yüzünden ikinci plana atılıyor.
Her şeyden önce, AC, verdiği sözlerin çoğunu hakkıyla yerine getiren bir oyun. Ubisoft, oyunu duyurduğundan beri iki şeyin üstüne çok durdu: Biri Free running, diğeri ise kalabalıkla etkileşim. Montreal ekibi, ikisinin de altından başarıyla kalkmış. İlk olarak, Fransa’da bir gençlik akımı olarak başlayıp profesyonel bir spor dalı haline geline Free running(serbest koşu), sanal ortama daha iyi aktarılamazdı. Üstelik parmaklarınız birbirine dolanmadan, yalnızca tek tuşa basılı tutarak damlardan atlamanız, duvarlarda koşmanız ve en ufak çıkıntıya kolaylıkla tırmanabilmeniz gayet rahat. Aynı şey, kılıç dövüşleri için de geçerli. Zamanlamasını doğru ayarladığınızda, yine tek tuşla düşmanlarınızı olabilecek en estetik şekilde biçebilirsiniz. Tabii hal böyle olunca, karşınızda genelde kimse duramıyor; bu yüzden de gizliliği boş verip muhafızlara yara yara ilerlemeniz çok kolaylaşıyor. Tabii bu kolaylıkta, düşmanlarınızın çok saygılı olmasının da payı var. Etrafınızda çemberler çizerek size saldırmak için sıralarının gelmesini bekliyorlar ve asla arkanızdan hamle etmiyorlar. Bu sebepten dolayı her biri sizin kılıcınızın altında can veriyor.
Kalabalıkla etkileşim ise bambaşka bir hikaye. Etrafınızdaki insanın sokaklarda gezinen süsler olmadığını, koşarken birine çarpıp yere düştüğünüzde, sizi kovalayanların kolundan ya da zorbalık yapıyorsanız sizin kolunuzdan tuttuklarında veya bir dilenci tam siz hançerinizi çekmiş, saldırmaya hazırken önünüze gelip yalvarmaya başladığında daha iyi anlıyorsunuz. Tavırlarınıza ve içinde bulunduğunuz duruma göre size destek ya da köstek olabilecek dinamik bir kalabalık, oyuna gerçekten ayrı bir tat katıyor. Hayatını kurtardığınız bir dilenci kızın mahallesindeki delikanlıların, peşinizdekilere saldırmasından tutun da, rahiplerin arasına karışarak elinizi kolunuzu sallayarak giremediğiniz yerlere kolaylıkla geçebilmenize, ya da tam sakin sakin yürürken birilerinin yakanıza yapışmasına kadar sizi etkileyecek bir sürü tepki mevcut ve her biri de size eşsiz bir oynanış süresi yaşatıyor. Gelelim suikastlere… Her şeyden önce, AC’yi hakkını vererek oynamak istiyorsanız, kendinizi zorlayıp birazcık rol yapacaksınız; yani bir suikastçı gibi düşünecek, ona göre hareket edeceksiniz. Evet, kılıcınızı çekip hedefinize giden yolu kan ile sulayabilirsiniz; hatta bu bir yere kadar eğlenceli bile olabilir. Ama o yerden sonra önünüze her geleni kesebiliyor oluşunuz, oyunu tekdüzeleştirecektir. Asıl yapmanız gereken, suikastlerin her bir aşamasını bir suikastçı gibi düşünerek tamamlamak. Başarılı bir suikastın üç ana koşulu vardır: Gözlem, plan ve idam. Önce şehirde dolaşarak sağdan-soldan hedefinizle ilgili bilgi toplamalısınız. Bunu yapmanın birden fazla yolu var. Şehirdeki çığırtkanları köşede sıkıştırıp ağızlarındaki baklayı döve döve çıkartabilir, çeşme başı konuşmalarına kulak misafiri olabilir, belli kişilerden belli bilgileri çalabilir ya da şehirdeki casuslardan, karşılığını vererek, yardım alabilirsiniz. Yeterli kanıt topladığınız zaman, şehirdeki adamınıza gitmeli ve suikast için izin(gül… ööh evet) almalısınız. Asıl eğlence de bundan sonra başlıyor.
Amacınız, sadece hedefin hayatına son vermek değil, bunu insanların gözünün önünde yapmak. Hal böyle olunca da, ortalığa atlayıp kılıcınızı savurmak yerine plan yapmanız gerekiyor. Eğer sistematik ve sakin olup muhafızların hareketleri gözleyerek kalabalığı lehinize çevirirseniz, kolunuza takılması için sol yüzük parmağınızı feda ettiğiniz hançerinizi doğrulttuğunuz insanın hiçbir şansı kalmaz. Suikast sonrası ise tam bir kaos: Bağırıp etrafta koşuşan bir kalabalık, ellerindeki kılıçları size doğru savuran tapınak şövalyeleri ve o karmaşanın ortasında siz. Ne yapacaksınız? Elbette siz de kılıcınızı çekip bir kaç dakikada şehri mezbahaya çevirebilirsiniz; fakat gerçek bir suikastçı böyle davranmaz. Yukarıda bahsettiğim rol yapma, işte burada devreye giriyor. İnanın bana, kalabalığın arasından insanları sağa sola iterek ve duvarlara tırmanıp damdan dama atlayarak kaçmak, karşınıza her geleni tek hamlede öldürmekten çok daha eğlenceli. Tabii kalabalığın arasından geçerken evvelden yardım ettiğiniz herkes, peşinizdekileri bir şekilde yavaşlatıyor. Yani AC, “ezilenin dostu, damların kedisi” tarzı bir oynanışı sonuna kadar ödüllendiren bir yapıya sahip. Çünkü öteki türlü şehir nüfusları hızla azalıyor. Grafiklerden bahsetmeme gerek yok sanırım. DirectX 10′un nimetlerinden sonuna kadar faydalanan grafik motoru ile gökyüzündeki bulutların hareket halinde olmasından; Şam, Akra ve Kudüs’ün mükemmel tasarımlarına kadar etraf estetik, ayrıntı ve işçilik kaynıyor. Ayrıca Jesper Kyd imzalı şahane müzikler de epik atmosferi güçlendiriyor. Kudüs’ü ilk gördüğüm zaman çalan müziği hatırladıkça tüylerim diken diken olur mesela. Ha bir de Türkçe konuşan Tapınak Şövalyelerini de unutmamak lazım.) Kısacası AC, hem göze hem de kulağa kusursuz şekilde hitap eden bir oyun. Ama, farkındaysanız hikayeden hiç bahsetmedim. Bunun sebebi, farklı din ve kültürlerin bir araya gelmesi ile oluşan, günümüzde bile tartışılan gizemli uygarlıkları temel alarak içine bolca komplo teorisi serpiştiren, fakat ne yazık ki bunu kopuk bir kurgu ile bizlere sunan bir bilim kurgu var karşımızda. Gerçi oyunun sonunda açıklansa daha etkili olacak bir unsurun daha oyunun başında gösterilmesi benim garibime gitse de, yine de credits akarken karanlık ekrana bakakalmanızı sağlayacak derecede etkili ama bir o kadar da yetersiz bir son da sizi bekliyor.
Her şey bu kadar güzel giderken, “kadı kusuru” deyip geçemeyeceğimiz eksiklikler de yok değil hani. Mesela, her şeye rağmen AC’nin tekdüze bir oyun olması. Özellikle ana hikayeyi yarıladıktan sonra yaptığınız her şey, size birer tekrar gibi gelecek; çünkü gerçekten de öyle. Ayrıca üç şehir yapıp, şehirlerin içine üçer beşer yan görev, birer tane de ana görev koyunca GTA olunmuyor. Açıkçası yan ve mini görevlerdeki çeşit kıtlığı benim canımı çok sıktı. Bilgi toplarken, bir çığırtkanı zibilyonuncu kere takip edince ister istemez sol gözünüz seğiriyor. Aynı göz, oyundan çıkmak için üç ayrı menüye girmek zorunda kalınca, uzun ve üçüncü defa dinlenildiğinde sıkan konuşmaları geçemeyince ve kopuk bir kurgu üstüne inşa edilmiş sağlam bir hikayenin tırt sonunu görünce de seğiriyor, oyunu hiç plan yapmadan, şehirdeki herkesi doğrayarak oynayabileceğinizi fark ettiğinizde de…
Kötü yanları yazının sonuna koyunca da büyüsü kaçıyormuş azıcık yahu. Neyse, hemen toparlayalım: Assassins’s Creed, şu sıralar bilgisayarınızda oynayabileceğiniz muhtemelen en kaliteli ve eğlenceli oyunlardan biri. Peki bir klasik mi? Üzgünüm, ama değil. Mükemmel bir oyun mu? Bu sıfatı da kılpayıyla ıskalıyor. Ama kesinlikle çok eğlenceli, kendini çatır çatır oynatan ve orjinal bir oyun. Paranızın hakkını da sonuna kadar verecektir. Tek yapmanız gereken ise, Altair’in kafasının içine biraz bile olsa girebilmek. |
|
...:::>>AzRâîLL<<:::....
Admin
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 28/10/08
Mesaj Sayısı : 1284
Nerden : İstanbuL
İş/Hobiler : öğrenci
Lakap :
|
Konu: Geri: Assassin’s Creed incelemesi Salı Kas. 18, 2008 3:37 pm |
|
|
saol paylaşım için |
|
Sinem361
Üye
Yaş : 31
Kayıt tarihi : 30/10/08
Mesaj Sayısı : 27
Nerden : gaziantep
İş/Hobiler : öğrenci--rock
Lakap : rock--sinem
|
Konu: Geri: Assassin’s Creed incelemesi Perş. Kas. 27, 2008 8:02 pm |
|
|
saol kaliteli paylaşım |
|